İYİ Parti Genel Lideri Meral Akşener partisinin küme toplantısında gündemi kıymetlendirdi.
Akşener, polislerin meselelerini dillendirdiği konuşmasında, iktidarın siyasetlerini eleştirerek ‘müstakbel’ başbakan olarak kelam verdi. Akşener, “Ama AK Parti iktidarı, sizleri ve teşkilatınızı, milletimiz onlara karşı ses çıkarttığında, karşısına dikebilecekleri, bir sopa pozisyonuna indirgemek istiyor. Sizleri kendi iktidarlarının önüne, bir kalkan yapmak istiyor. Üstelik en doğal haklarınızı da, sizlere bir lütufmuş üzere sunuyor. Ben, bu kürsüden sizlere; Devletimizdeki yerinizi ve kıymetinizi düzgün bilen bir insan olarak, Eski bir bakanınınız olarak, YETERLİ Parti’nin Genel Lideri, ve Allah nasip eder, milletimiz de takdir ederse, Türkiye’nin müstakbel başbakanı olarak, kelam veriyorum: Buna asla müsaade vermeyeceğiz!” dedi.
Akşener’in satırbaşları şöyle:
Bize gelen, sesimiz olun talepleri ışığında bilhassa ihracata dair üretilmiş mamulleri yurt dışına götüren nakliyeci esnafının çok büyük ıstırapları var. Gelecek hafta geniş bir biçimde hem meselelerini hem de tahlillerimizi paylaşacağız.
AK Parti iktidarının ve Nebati bakanın ışıltılı gözler ve iş bilmezliğin getirdiği bir garip özgüvenle Şubat’tan daha düzgün olacak dedikleri Mart ayını geride bırakıyoruz. Artırımları, geçim darlığını, işsizliği, toprağına küsen çiftçilerimizin kederlerini bir türlü geride bırakamıyoruz. Maaşlar erimeye, paramız kıymet kaybetmeye motamot devam ediyor. Bay kriz ise 2007-2011-2015 hatta 2019 seçimlerinde vaatlerini tekrar vaat edip açılışı yıllar evvel yapılmış tesisleri yine açarak kendini kelamda icraat şovlarıyla oyalıyor.
3 maaşlı bakan yardımcısı
Sizce bir bakan yardımcısı neden üç farklı yerden maaş alır? Bir bakan yardımcısı hangi vicdanla ayda 314 bin lira maaşı cebe indirir? Bu iktidarın tek bir atanmışı nasıl olur 75 taban ücretlinin maaşını tek başına alabilir? Yoklukla çaba ederken işi kelamım ona milletine hizmet etmek olan bir insan nasıl olur da bakanlıktan maaş, bankadan idare şurası üyeliği maaşı ve tekrar tıpkı bankadan huzur hakkı alıp milletin cebinden çıkan paraları çatır çatır yiyebilir? Bu türlü bir vicdansızlık olabilir mi? O sandık hiç gelmeyecekmiş üzere yiyorlar. Aksırıncıya, tıksırıncıya, çatlayıncaya kadar yiyorlar.
Erdoğan’ın ‘şifa’ karışımı
Bay Kriz utanmadan çıkıp vatandaşa sağlıklı ömür tavsiyeleri veriyor. Yani inanılmaz. İzlediniz muhtemelen meşhur manda yoğurdunu, inanılmaz. Geçen hafta demiştim ‘Pasta yiyin diyecekler’ diye. Ahanda dedi.
‘Herşeyoloji’ profesörü sayın Erdoğan her şeyden bir kibrit kutusu kadar anlar lakin kendini her şeyin uzmanı görür. Gün gelir iktisat literatürüne katkı sağlar, gün gelir hekimlere hekimlik öğretir fakat ben Aylin Mert’i tanıyorsam çarpar. Aslan beyefendi de pek kötü değildir bu konuda. Hakikaten bu arkadaşımız yani bay kriz son olarak hayat koçluğuna soyundu. Memlekette ne kadar diyetisten varsa an itibariyle panikte. Geceleri manda yoğurdunu kestane balı, Medine hurması ve yulafla karıştırıp yiyecekmişiz. Hem de yatmadan evvel ha, bütün diyet kuralları alt üst. Zira şifaymış. Manda yoğurdunun kilosu 70 lira. 700 gramlık Medine hurması 205 lira, kestane balı 250 lira, yulaf ezmesinin yarım kilosu 15 lira. Neymiş şifaymış. Bu şifa bir taban ücretlinin hanesine nasıl girecek? Sayın Erdoğan biliyorum senin fesli meczuptan öğrendiğin son derece tarih birikiminde bulunmaz lakin birileri sana anlatsın. Bilge Kağan der ki ‘Türk budunu ben işimi gerçek yaptım. Az budunu çoğalttım, çıplakları giydirdim, fakir budunu bay kıldım’ der. Devletin başının asıl işi vatandaşını refah içinde yaşatmaktır Bay Kriz.
Hadi bizim ikazlarımızı dikkate almıyorsun anladık bari tarihimize kulak ver. Senin işin gece yatmadan evvel milletimize yemek için tavsiyelerde bulunmak için değil milletimizin istediğini yiyip yatağa da karnı tok girmesini sağlamaktır. Millete şifa formülleri anlatmayı bırak. Ayıptır, günahtır.
Geleneksel AK Parti İsraf Şenliği sürüyor. Milletin bütçesinden sınırsız bütçeleri, bol maaşları rahat rahat harcamaya devam ediyorlar. Zira hala ‘ceketimi assam seçilirim’ havasındalar. Hala ülkeyi şahsi şirketleri bu büyük milleti de marabaları sanıyorlar. Sarfiyat ayak sergiledikleri bu genişlik, rahatlık işte bundan.
‘O kutlu güne çok az kaldı’
Varsın onlar sarfiyat ayak yemeye, çalıp oynamaya devam etsinler. İktidar sarhoşluğunun biteceği, gerçeklerle yüzleşecekleri o kutlu vakit yaklaşıyor. Bu milletin de bu ülkenin de gerçek sahibinin millet olduğunu anlayacakları sandıkta milletimizin elinden yiyecekleri okkalı tokatla sarsılacakları o kutlu güne çok az kaldı. Huzurlu bir Türkiye’ye uyanmaya çok az kaldı.
Kişisel çıkarlarınız için değil milletin çıkarları için misyona talip olursunuz. O vazifeye geldiğinizde de parti ceketini çıkarır, devlet insanı ceketini giyersiniz. Milletin tamamına hizmet etmek için çalışırsınız. İşte bu kadar kolay. Buradan bay Kriz ve arkadaşlarının başımıza bela ettiği bu ucube sistemi inatla savunanlara sormak istiyorum. Şayet bugün Türkiye’de yargı bağımsız olsaydı bu kadar yolsuzluk yapabilir miydi?
6 genel liderin ikinci buluşması
Biz, kurumsal ve fikri farklılıklarımıza karşın 6 siyasi parti olarak bu yolda çok kıymetli bir adım attık. Geçtiğimiz hafta sonu bir ortaya gelerek hem parlamenter sisteme geçiş sürecinin ayrıntılarını hem de ülkemizde yaşanan şimdiki problemleri istişare ettik. Görüyoruz ki bu tablo Cumhur İttifakı bileşenlerinin canını çok sıkıyor. Şimdiye kadar yürüttükleri kutuplaştırma siyasetleri bozuldu. Zira rahatları bozuldu. O rahatlar daha çok bozulacak.
Şimdiden uyarmak istiyorum. Bu daha başlangıç o rahatlar daha çok bozulacak. Biz ne vakit buluşsak iktidar cephesinden biri hoplayıveriyor. Biz asıl sıkıntı sistemdir dedikçe ‘Adayınız kim’ diyorlar. Tekraren söyledim adayımız Türkiye Cumhuriyeti’nin 13. Cumhurbaşkanıdır. Biz yeni bir tek adam belirlemek için bir ortaya gelmedik, gelmiyoruz. Biz Türkiye’yi bu ucube sistemden kurtarmak için bir ortaya geldik. Türkiye’nin şahıslara değil Kuvvetler Ayrılığına dayalı bir hukuk sistemine muhtaçlığı var. Türk Milleti’nin kurtarıcıya muhtaçlığı yok. Türk Milletinin ivedilikle bu ucube sistemden kurtulmaya muhtaçlığı var. Türkiye bu ucube sistemle daha fazla yönetilemez.
Kim başa gelirse gelsin işleyen bir sistem kurmaktır. Bu tartışma kim aday olacak tartışmasından çok daha kıymetlidir. Biz 6 parti olarak Türkiye’nin bu muhtaçlığını görüyoruz. O nedenle Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem diyoruz. Onlar masanın formuyla, altıyla, üstüyle, örtüsüyle, bacaklarıyla uğraşıyor biz milletimizin meseleleriyle uğraşıyoruz.
Makulde buluşarak, milletimizin zahmetlerini konuşmaya devam edeceğiz.
Akşener’in ziyaretleri
Biliyorsunuz, arkadaşlarımla birlikte; Memleketimizi 26 aydır, vilayet il, ilçe ilçe geziyoruz. Her ziyaretimizden sonra da, Şanlı Meclisimizin kürsüsünden, vatandaşlarımızın sesini duyuruyor, kaygılarına dair tahlillerimizi sunuyoruz. Tıpkı vakitte, bu vesileyle, her hafta iktidarı; Lüks salonlarından dışarı çıkmaya, Sokaklardan yükselen sesi dinlemeye, ve vatandaşlarımızın gerçekleriyle yüzleşmeye çağırıyoruz. Anlaşılan bu çağrılarımız; birilerinin hududuna dokunmuş, uykularını kaçırmış olacak ki; Geçtiğimiz hafta, Tokat’ta, bir çiftçi buluşması düzenlendi. Her ne kadar, buluşmanın içeriği; Bir tarafta, “Maşallahlar”, başka tarafta da, “Arz ederimlerle” bezeli olsa da;
İnsanlık için küçük, lakin Sayın Erdoğan için, son derece büyük olan bu adımı, tebrik ediyorum. Madem bizi dinlemeye başladınız; O vakit, bir sonraki buluşmanızı da, bakanlarınızla görüşme onuruna nail olamayan, sarayınızda ağırlanmayan, Vali Bey’in de tanıdığı olmayan, yani, sesini duyuramayan çiftçilerimizle yapmanızı bekliyoruz. Ayrıyeten yüreğiniz yetiyorsa, bir sonraki yayını; banttan değil, bir zahmet, canlı olarak izlemek istiyoruz.
Çiftçilerin dertleri
Biz de geçtiğimiz hafta, Kayseri’deydik. “Ekemiyoruz, biçemiyoruz, çocuklarımızı geçindiremiyoruz. Nerede bu devlet?” diye soran çiftçilerimizin, Çaresizlikten, hayvanını satmak zorunda kalan besicilerimizin, “Lambaları yakmaya tereddüt ediyoruz.” diye sitem eden esnaflarımızın, kaygılarını dinledik. Tomarza’da, 10 yıldır hayvancılık yapan bir kardeşim diyor ki; “40’a yakın malım vardı. Lakin şu an elimde, 15 tane kaldı. Onları da, bugün yarın satacağım, bitireceğim. Zira bir torba yem, 350 lira. Gücümüz yetmiyor. Mazot desen, o da 20 liradan aşağı düşmüyor. Hayvancılık bitecek, köylü bitecek. Bu millet ne yapacak? Kentteki insan ne yapacak? Aç kalacak.
Köylü, milletin efendisiydi. Köylü, sarayın kölesi oldu.” Bir diğer çiftçi kardeşim diyor ki; “Geçen ay, 250 liraya aldığım yemi, bu ay 350 liraya aldım. Bir ayda 100 lira artırım gelir mi? Vatandaş hamile hayvanlarını kestiriyor. Yemini karşılayamıyor, tarlasını ekemezse ne yapacak?” Ülkemizde evvelden, mera hayvancılığı ve besi hayvancılığı vardı. Lakin Ak Parti iktidarının elinde, artık mera hayvancılığı, bitme noktasına geldi. Biliyorsunuz, bir Mera Kanunu var. İktidarın, 20 yıldır değiştirmeye doyamadığı, meşhur Mera Kanunu… Kayserili bir çiftçi kardeşim, bu kanuna isyan ediyor. Diyor ki; “Hiç mera hakkımız yok. Otlak hakkımız yok. 2007 yılında, köyümüzde 5 bin hayvan varken, artık 500 hayvan var. Yaylalarımız da ormana yazıldı. Biz yaylaya göçemiyoruz. Hayvancılık da yapamıyoruz. Nasıl geçinecek bu beşerler?”
Erdoğan’ın Tokat’ta çiftçi buluşması
Nitekim, Bay Kriz’in, Tokat’taki çiftçi buluşmasında da, benzeri problemlere değinen, artan yem fiyatlarından ötürü, hayvanlarına bakamadığı söylemeye çalışan, bir üreticimiz vardı. Lafı ağzına tıktılar.
Sayın Erdoğan, çabucak olayı kendi menfaatine çevirmek için, “Vahit Beyefendi, Uruguay’dan et arıyor. Uruguay’dan getireceğine, sizin hayvanlarınızı alsın.” dedi. Şu rezalete bakar mısınız? Hayvancılığa yönelik, şu sığ bakış açısına bakar mısınız? Artan yem fiyatlarına tahlil olarak; “hayvanını bize sat” diyen, şu abuk zihniyete bakar mısınız? Nitekim ibretlik. Yazıklar olsun. Üstelik bütün gece boyunca “arz etmekten”, bitap düşen, yeni Tarım Bakanı da, Sayın Erdoğan’ın bu buyruğu karşısında, âdeta dut yemiş bülbüle döndü. Yalnızca, kem küm edip, “Hayvanlarını bize vermezler.” diyebildi. “Son dermanımız Uruguay kaldı.” diyemedi. “Hayvancının elinde hayvanı kalmadı ki, bize versin.” diyemedi. “Artık buzağılar meyyit doğuyor.” da diyemedi. Kelam konusu eski tarım bakanı olduğunda, gelenin gideni aratması pek mümkün olmasa da; Bu buluşma vesilesiyle, yeni Tarım Bakanı’ndan da, fazla bir şey beklemememiz gerektiğini öğrenmiş olduk. Ne diyelim? Allah çiftçilerimize, besicilerimize sabır versin.
‘Su vermiyorlar’
Sayın Erdoğan, “sulama tarım alanımızı yükselttik” diye böbürlenirken; Kayseri’de, 1998’den beri pancar üreticiliği yapan, tıpkı vakitte, Ak Parti’nin de delegesi olan, bir çiftçi ağabeyimiz diyor ki; “Sulama barajı, köyüme 1 kilometre. Irmak, konutuma 50 metre. Sulayacağım tarla da, ırmağa 100 metre. Suyu vermiyorlar. ‘Sulayamazsın, yasak.’ diyorlar., ‘Aşağıda bizim HES’lerimiz var. Su HES’lere gidecek.’ diyorlar. Mazot sıkıntısı, gübre sıkıntısı, geçim kaygısı, su kederi. Ne kazanacağım? Sen suyu da vermiyorsun? Tarlalar güzden sürüldü. Pancar ekeceğim, pancar susuz olur mu? Ben ne yaparım?” Tarımın ve hayvancılığın geldiği bu içler acısı durum, elbette esnaflarımızı da, vatandaşlarımızı da derinden etkiliyor. Bünyan’da, şarküteri esnafı bir kardeşim diyor ki; “İşlerimiz problemli, millette alım gücü yok. 10-15 liraya sattığımız bir koli yumurta, şu an 45 lira. 17 liraya sattığımız tüm tavuğun kilosu, şu an 40 lira. Kanadın kilosu, 50 lira. 50 liraya sattığımız helva, artık 110 lira. 25 liraya sattığımız peynirin kilosu, 50 lira. 25 liraya sattığımız zeytin, 60 lira. Dükkâna, 500 lira gelen elektrik faturası, artık 1.279 lira geliyor. Çağ mı atladık, biz ne yaptık? Ben çoluğuma çocuğuma, taş mı götüreceğim? Ben bu partiye, Bünyan’da 150 tane oy topladım. Bu bu türlü mi olacaktı?”
İktidar, gerçeklik algısını büsbütün kaybedip, kendi hayal dünyasında yaşamaya devam ederken, Kayseri’deki tablo, işte bu derece vahim. Ülkemizde, aslında hali hazırda, çok yüksek olan besin enflasyonu, şayet tedbir alınmazsa, maalesef artmaya devam edecek. Biz, ÂLÂ Parti olarak, buradan, Meclisimizin kürsüsünden, iktidarı tekraren uyardık. “Çiftçinin kullandığı mazottan alınan ÖTV’yi, yıl sonuna kadar almayın.” Dedik. Dinlemediler. Daha 1 ay evvel; “Hemen çiftçiye şartsız gübre dayanağı verin.” dedik. Dinlemediler. “Tarımsal dayanakları arttırın. 5’li çeteye bu sene ödeyeceğiniz paranın, bari yarısını verin.” dedik. Dinlemediler. Varsın dinlemesinler, biz inatla gerçekleri söyleyeceğiz. Varsın kulaklarının üstüne yatsınlar, biz inatla tahlillerimizi anlatacağız.
Üreten Türkiye Kongresi
Nitekim, tam da bu nedenle; Yarın, İstanbul’da, Kalkınma Kongrelerimizin üçüncüsünü; “Üreten Türkiye” temasıyla gerçekleştiriyoruz. Bildiğiniz üzere, birinci kongremizin teması, “Eşitlenen Türkiye’ydi”. Ve bizler, o kongremizde; yoksullukla çaba, kapsayıcı büyüme ve istihdam bahislerindeki, tahlil tekliflerimizi, kamuoyuyla paylaşıp, çok değerli geri bildirimler almıştık. Daha sonra, “İstikrarlı Türkiye” temasıyla; DÜZGÜN Parti iktidarında, makroekonomik istikrarı nasıl sağlayacağımızı, para ve maliye politikalarımızı, nasıl oluşturacağımızı anlatmıştık. Yarın da, “Üreten Türkiye” ile, kamuoyunun karşısına çıkıyoruz. Sanayi siyasetimizi, teknolojik dönüşümü sağlamak için, hangi adımları atacağımızı, maharet uyumsuzluğunu, nasıl kapatacağımızı, endüstricinin güç problemini, nasıl azaltacağımızı, ihracatımızı, nasıl çeşitlendirip büyüteceğimizi, direkt yabancı yatırımları, ülkemize nasıl çekeceğimizi anlatacağız. Kongremize, iş dünyası ve akademiden de, çok pahalı panelistler ve hocalarımız katkı sunacak.
Milletimizin problemlerinin tahliline dair, en ufak bir fikri bile olmadığı, artık çok net bir biçimde ortada olan, Ak Parti’ye de, kapımız sonuna kadar açık, kendilerini en ön sırada konuk ederiz. Biliyorsunuz, daima söylüyorum, Bizim tahlillerimiz miri maldır, alsınlar kullansınlar. Biz gelene kadar, tahlillerimizi onlar uygulamaya koyarsa, bundan fakat memnuniyet duyarız.
Polislerin sorunları
Devlet, kurumlarıyla devlettir. Ve bir devletin kurumsal yapısını oluşturan, yegâne öge da, nizamdır. Nizamın olmadığı bir devlet anlayışında, Kamu, yani millet, ne refaha, ne huzura, ne de mutluluğa kavuşamaz.
İşte bu nedenle; kamu sistemini kurmak, korumak ve sürdürmek, bir devletin, vatandaşlarına dair, en büyük sorumluluğudur. Demokrasi ile işlenen, Anayasa ile garanti altına alınan, Ve kurumlar vasıtasıyla, uygulamaya konulan, tüm hak ve hürriyetlerimiz; fakat ve lakin, devletin kurduğu nizam içerisinde inançta olabilir. Hakikaten, demokratik devletlerde güvenlik, tıpkı vakitte, insan haklarını korumak ve kamu tertibini sağlamak demektir. Zira özgürlükler ve insan hakları, yalnızca, güvenliği, huzuru ve kamu tertibini, sağlamış bir devlette uygulanabilir. Devletin, hafızasıyla, birikimiyle ve kurumsal yapısıyla kurduğu bir tertip; Hem, vatandaşların, hak ve özgürlüklerini, kullanabileceklerine inanmasını, yani asayişin sağlanmasını, hem de devletin, bu inancın yaygınlaşması için, fiziki önlemler almasını, yani, emniyetin sağlanmasını içerir. Yani bir devletin iç işleyişini, temelde, asayiş ve emniyet oluşturur. Bugün dünya; Savaşın, çatışmanın, salgın hastalıkların, ve göç dalgalarının kıskacında, âdeta inançlı ülkeler ve inançsız ülkeler olarak, ikiye ayrılmış durumda.
Devletlerin, güvenliği sağlama kapasiteleri; Toplumların, huzurlu bir geleceği inşa etmelerinde, ve ülkelerin, kalkınma ataklarıyla refaha ulaşmalarında, dün olduğu üzere bugün de, bir ön şart olmaya devam ediyor. Kamu idaremiz içindeki, en esaslı kurumlardan biri, hiç elbet, İçişleri Bakanlığıdır. Bu kurumun temel misyonu, memleketimizin iç güvenliğini ve asayişini sağlamak, kamu nizamını, yani vatandaşımızın, hakkını-hukukunu korumaktır. Bu kutsal vazife çerçevesinde, Emniyet Teşkilatı mensuplarımız, Terörle gayretten, cinayetlere, uyuşturucu ile gayretten, hata örgütlerine kadar, birçok alanda, büyük fedakârlıklar yaparak, gecelerini gündüzlerine katarak çalışıyorlar. Allah onlardan razı olsun.
Değerli dava arkadaşlarım; Pekala polis kardeşlerimiz, gösterdikleri bu fedakarlığın karşılığında, neyle karşılaşıyorlar? Her gün, dahada ağırlaşan çalışma şartlarıyla, siyasi baskılarla, ve mobingle karşılaşıyorlar. Kendilerini daima ezmeye çalışan, kirli bir düzenle karşılaşıyorlar. Bunun sonucunda da; istifalar, ve her duyduğumuzda canımızı yakan, intihar olayları, her geçen gün daha da artıyor. Pekala, bu vahim durum karşısında, Bay Kriz ve “usta” İçişleri Bakanı ne yapıyor? Hiçbir şey… Her hususta olduğu üzere, bu hususta da, kulaklarının üzerine yatarak, hiçbir sorun yokmuş üzere davranarak, intihar eden evlatlarımızın, bir bedeli yokmuş üzere, umursamaz haller takınarak, kendi kurdukları kirli sistemi, sürdürmeye motamot devam ediyorlar.
Bu doğrultuda, birinci olarak; Emniyet Teşkilatı’mızın birikimine saldırıyorlar. Biliyorsunuz, kapatılan Polis Akademisi’nden hâlâ bir ses yok… Bir rütbeli memur, 4 yılda yetişirken, bugün, 6 aylık hızlandırılmış programlarla, komiser yardımcısı rütbesi veriliyor. Böylelikle Emniyet Teşkilatı’nın geleceğini, yetersiz ve donanımsız takımlara teslim ediyorlar. Aidiyet duygusu oluşmayan, mesleği benimsemeyen, ve daha da acısı, mesleksel yetkinliklerden mahrum takımlarla, Emniyet Teşkilatı’nın, birikimini sömürüyorlar. Her yerde olduğu üzere, burada da, liyakatin yerini, torpilin aldığı atamalarla, Teşkilat mensuplarımızın, haklarına giriyorlar.
İkinci olarak; Emniyet Teşkilatı’mızın, emeğini sömürüyorlar. Kelamda getirdikleri, 8/24 çalışma sistemiyle ilgili, hâlâ bir ilerleme yok… Ortadan 2 yıl geçmesine karşın, polislerimiz hâlâ, “12/24” ve “çakma 12/36” diye söz edilen sistemlerle, vazifelerini yapmaya, devam etmek zorundalar. Bu uygulamanın sonucunda da, polislerimiz, 657 sayılı devlet memuru kanuna olağan olan, öbür memurlardan, ortalama 2040 saat, daha fazla çalışıyor. Üstüne üstlük, bu çalışma saatleri; Aile ömür kalitesini, ve iş tatminini düşürüp, tükenmişlik hissini, ve ruhsal rahatsızlıkları da beraberinde getiriyor.
Üçüncü olarak; Emniyet Teşkilatı’mızın, hakkına giriyorlar. Her seçimde verdikleri, 3600 ek gösterge kelamında, hâlâ bir gelişme yok… Yıllardır, büyük bir özveri ile çalışan, teşkilat mensuplarımız; Emekli olduklarında, yarıya düşen maaşlarıyla, hayatlarını sürdüremedikleri için, özel kesimde, sıkıntı şartlar altında, çalışmak zorunda kalıyorlar. Bu durum, ne vicdana, ne hakka, ne de adalete sığmaz.
Bu sisteme nazaran; Mevcutta, doğu ve batı olarak, 2’ye ayrılan tayin bölgeleri; Kendi içerisinde de, 2’şer bölgeye ayrılarak, toplamda 4 bölgeye çıkarıldı. Bu kelamım ona sistem ile, artık bir polis kardeşimiz; meslek hayatı boyunca 4 kere, mecburî olarak tayin edilecek. Üstelik yeni yönetmelikte; Atama sisteminin kanayan yarası olan, ipka’ya dair de, adil ve objektif bir düzenlenme bulunmuyor.
Değerli polis kardeşlerim; Birikimlerinize, haklarınıza, emeklerinize, ve huzurunuza yönelen tehditlerin farkındayız. Sizler; Vatanınıza ve milletinize karşı görevinizi yapmak istiyorsunuz, farkındayız. Hak ettiğiniz şartlarda çalışmak istiyorsunuz, farkındayız. Fedakârlıklarınızın ve emeğinizin, karşılığını görmek istiyorsunuz, farkındayız. Lakin Ak Parti iktidarı, sizleri ve teşkilatınızı, milletimiz onlara karşı ses çıkarttığında, karşısına dikebilecekleri, bir sopa pozisyonuna indirgemek istiyor. Sizleri kendi iktidarlarının önüne, bir kalkan yapmak istiyor. Üstelik en doğal haklarınızı da, sizlere bir lütufmuş üzere sunuyor. Ben, bu kürsüden sizlere; Devletimizdeki yerinizi ve kıymetinizi güzel bilen bir insan olarak,
Eski bir bakanınınız olarak, UYGUN Parti’nin Genel Lideri, ve Allah nasip eder, milletimiz de takdir ederse, Türkiye’nin müstakbel başbakanı olarak, kelam veriyorum: Buna asla müsaade vermeyeceğiz! Kahraman Türk Polisi’nin pahasını, yalnızca şehit olduğunda bilen, bu köhnemiş zihniyeti kesinlikle değiştireceğiz! Emin olun çok az kaldı! Sizler için 3600 ek göstergeyi çıkartmak da, inşallah bize nasip olacak!
